Eskiden üniversite deyince toplumda bir ağırlığı vardı. Üniversitede okuyup mezun olmak, üniversitede öğretim elemanı olmak her gencin hayalini süslerdi. Ancak son yıllarda pıtrak gibi çoğalan üniversiteler her yeri kapladı ama kalite ters orantı olarak azaldı.
Şimdilerde üniversite mezunlarının aldığı eğitim elli yıl öncesinin lise mezunları ile kıyaslanır oldu. Biz üniversite denince büyük binalar, devasa salonlar, binlerce öğrencinin eğitim gördüğü yerleri anlıyoruz. Aslında üniversite denince, fiziksel yerlerden çok bilim yapılan, ruhsal ve zihinsel bir olgunlaşmanın yaşandığı yer anlaşılmalıdır. Üniversite bir fikir üretim merkezi, bilgi araştırma merkezi, bir felsefedir. Ancak geldiğimiz noktada bu özellikler giderek yok olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’deki üniversitelerde bilimsel, akademik ve etik açıdan çok fazla sorunların yaşandığı kolaylıkla görülebilir.
Üniversiteler, evrensel ve yerli kültürün işlendiği, o kültürün gelişimine katkı sunduğu, ülkenin ihtiyacı olan bilimsel bilginin üretildiği, o ülkenin medeniyete açılan kapılarıdır. Ülkenin gelecek temellerinin atıldığı yerdir.
Üniversiteyi oluşturan anlayış, fikirlerin, düşüncelerin, bilgilerin sınırsız olarak açık olması gerektiğidir. Yani, üniversite farklı görüşlerin, anlayışların, inanışların bir arada bulunduğu ve ifade bulduğu yerdir. Bizim ülkemizde ise bunlar olmayan bir özelliklerdir.
Üniversitelerde öğrencileri eğiten, bilimsel çalışma ve araştırma ile görevli hocalar arasında, üniversiteyi kendi kişisel arzu ve isteklerinin aracı olarak görme hastalığı giderek yaygınlık kazanmaktadır. Doğal olarak hastalarını kazanç aracı görenler, ders kitaplarını pahalı fiyatlara satanlar, asistanlarını kendi özel işlerinde çalıştıranlar, yayın ve araştırmalarında intihal yapanlar, üniversitenin imkânlarını kendi özel işlerinde kullananlar, her ne kadar etik dışı olsa da artık doğal karşılanmaktadır. Öğretim üyesi, öncelikle gerçeğe ve insanlığa hizmet etmelidir. Bu nedenle, üniversiteye “Liyakat” sahibi bireylerin alınması, liyakat sahibi olmayanların, hangi gerekçeyle olursa olsun dışarıda tutulması gerekir.
Sadece eğitimin, bilimin, kültürün ve ekonominin değil, ülkenin diğer alanlardaki perspektifini de üniversitelerin oluşturması gerekir. Bu şekilde üniversite, bir isim olmanın ötesine geçmeli, iyi yetişmiş, liyakat sahibi, heyecanı ve umudu olan öğrencileri ve öğretim üyelerini yetiştirilebilmelidir. İyi yetişmiş, donanımlı, yaratıcı, üretken hocaların görev yaptığı, istediği bölümlerde okuyabilen öğrencilerin eğitim gördüğü üniversiteler, gerçek ve etkili üniversiteler olacaktır. Bu üniversitelerde hocalar aynı zamanda aydın kişiler olarak öncelikle öğrencilerine, giderekte topluma model olmalıdır.
Ama gelin görün ki, üniversitelerin akademik kadrosundaki akrabalık ilişkileri almış başını gidiyor, liyakat olmadan kadro tahsis ediliyor, veteriner hekim eğitim fakültesine, zootekni uzmanı hukuk fakültesine, tarihçi mühendislik fakültesine dekan atanabiliyor. Rektör atamaları siyasi olduğu için onun atamaları da görev diyeti olarak siyasi oluyor. Durum böyle olunca ne kalite kalıyor, ne bilim, ne eğitim, ne de etik.
Üniversiteler bu duruma düşünce ülkede her şey geriliyor, seviye yerlerde sürünmeye başlıyor. Çözüm köklü değişim ve liyakat esası. Bunun çok çeşitli yolları var, bu yolları bilim adamları kendileri bulabilir.
"En büyük savaş, cahilliğe karşı yapılan savaştır." (Mustafa Kemal Atatürk)